Latest Blog Post

“𝐀𝐧𝐝 𝐝𝐞𝐬𝐢𝐫𝐞 𝐢𝐬 𝐚 𝐝𝐚𝐧𝐠𝐞𝐫𝐨𝐮𝐬 𝐭𝐞𝐦𝐩𝐭𝐚𝐭𝐢𝐨𝐧.”

Adam, ince uzun parmaklarıyla kristal viski bardağını kavradı. Gözleri, barın loş ışığında titreyen alevler gibi, karanlığa alışmaya çalışırken beni ölçüyordu. İnce bir tebessüm, dudaklarının köşesinde belirdi ve bana doğru eğilerek neredeyse duyulmaz bir fısıltıyla konuştu:

“Vous êtes dangereusement belle.”

Fransızca. Tınısı, kelimelerin dudaklarından süzülüşü, içimde ince bir sızı gibi yayıldı. Tehlikeli güzel, öyle mi? Güzel olduğumu söyleyen çok olmuştu. Tehlikeli olduğumu bilen de. Ama bunu böylesine zarif ve içgüdüsel bir şekilde dile getiren ilk kişiydi.

Şarap kadehimi dudağıma götürdüm, bakışlarımı onunkilere kilitleyerek. Dudaklarımdaki kırmızı şarabın bıraktığı iz, bir kadının sessiz bir tehdidi gibiydi. Yavaşça kadehi masaya bıraktım, parmaklarım kristalin üzerinde oyalanırken gözlerim onun üzerine sabitlenmişti.

“Seni korkutmuyor mu?” dedim, sesim neredeyse mırıltı kadar hafif, ama içinde bir kıvılcım saklı.

Adamın başı hafifçe yana eğildi, gözlerinde tehlikeli bir oyun oynamaya istekli bir ışık vardı. Parmaklarını viskisinin kenarında dolaştırırken, gözlerini bir an olsun benden ayırmadı.

“Korku ilginçtir,” dedi sonunda. “Bazıları kaçar, bazıları ise yaklaşır.”

Alaycı bir gülümseme dudaklarımı süsledi. Yavaşça öne eğildim, parfümümün ağır, tatlı kokusu havaya karıştı. Beni kaç kez izlediğini, ne düşündüğünü, hangi anı beklediğini biliyordum. Her zaman biliyorum.

“Ve sen?” diye fısıldadım, gözlerim onun dudaklarına takılı kalarak. “Hangi taraftasın?”

Adam, gözlerini gözlerime kilitledi, içindeki gölgelerle oynuyormuş gibi. Bir an, sadece bir anlık tereddüt… ama işte o an, benimdi.

“Sanırım,” dedi düşük bir sesle, “bunu senin keşfetmen gerekecek.”

İçimdeki karanlık, onun içine doğru uzanıyordu. Oyun başlamıştı.